30,1045$% -0.01
32,7584€% -0.03
38,0444£% 0
1.962,95%-1,24
3.323,00%-0,32
1302035฿%1.00412
14 Mart 2024 Perşembe
Eğer insanı sadece biyolojik bir varlıktan ibaret olarak görürsek , insanları içgüdülerinin veya çeşitli biyokimyasal süreçler sonucu oluşan hormonlarının esiri , ruhtan yoksun birer varlık olarak kabul edersek, bu biyokimyasal süreçleri kontrol eden mekanizmaları etkilemek yoluyla insanların her türlü duyusal ve bilişsel davranışları da kontrol altına alınır veya istenilen yönlere doğru yönlendirile bilinir diye yargıya varmakta yanlış bir düşünce olmaz. (ki insanlara çip takılabileceği düşüncesinde olanların çoğunluğu da böyle düşünüyorlar.)
Ama tarihin her döneminde, her toplumda , bazen kutsal değerleri , bazen de bilim, sanat ve felsefeyi bu saplantılı hükmetme arzularına alet ederek kimi zaman bir megaloman, kimi zaman bir din adamı , kimi zaman büyücüler , kimi zamanda tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğu iddiasındaki bazı krallar, insanları amaçları doğrultusunda kullanmak için insanların duygu , düşünce ve davranışlarını kontrol etmek amacıyla çeşitli yöntemler ve görüşler ileri sürmüşler ve bu uğurda milyonlarca insanının katilleri olmuşsalar da insanoğlunun öngörülemezliği , isyankarlığı ve hayal gücü yeteneğinin sınırsızlığı karşısında tümü de geride büyük acılar bırakarak başarısızlığa uğramışlar.
Şimdi de bazı yeni megalomanlar çip dedikleri bir teknoloji ürünü aracılığıyla insanların ruhunu ve bedenini kontrol altına alabileceklerini düşünmekteler, oysa çip diye düşündükleri şey zaten insanın DNA’sında , genlerinde şifrelenmiştir , sorun tüm bu doğal çiplere ve bu doğal çiplerin emrediciliğine rağmen insanın duygu , düşünce ve davranışlarının öngörülememezliğidir …
Örneğin genlerimiz bize karanlıkta uyumayı güneşle uyanmayı emreder ama biz geceleri sebepsiz sabahlar ya da gündüzleri bazen uykusuz olmasak da uyuruz …
Üreme içgüdümüz bize cinselliği emretse de ölene dek cinsel duygularımızı baskılayabiliriz…
Yaşama içgüdümüz yemeyi, içmeyi emreder , hatta yaşamak için gerekirse yok etmeyi…
ama oruçlarla bedenini ve ruhunu terbiye eder, inançları için ölümlere gider ve hatta bazen intihar bile edebilirler beşer doğup da insanlık yolunda yol almışlar, hem de bazen bir mabet de bile…
Merhamet dediğimiz ayna nöronlarımızın…
Mutluluk da serotonin ve dopamin hormonlarımızın bir sonucu olsa da…
bazen yeryüzündeki en azgın bir yaratığa dönüşebilirken , ayna nöronu en fazla olan insanlar hem de , bazen de mutluluklarını feda ederler başkaları acı çekmesin diye, Homo sapiens’likten insanlığa doğru yol almışlar…
Annelik içgüdüsü oksitsin hormonu, proklatin , glükokortikoid grubu hormonlarda babalık hormonu olsa da…
Bebeklerini çöplüklere terketmezler mi bu hormonlara sahip bazı anne ya da babalar?
İnsan olabilme süreci ister Ali ŞERİATİ’nin de dediği gibi topraktan yaratılıp ruh üflenen Adem babamızın cennetten kovulduğu beşer olma anıyla başlayıp, ahlak, inanç gibi manevi değerlerle kendini geliştirme süreci ile devam etmiş olsun…
Ya da bazılarının söylediği gibi, bir tutam yıldız tozundan tek hücreli canlılar ,tek hücreli canlılardan da biyolojik bir varlık olan Homo sapiens’e evirilip , Homo sapiens’ten de soyut değerlerle kendini donatan biyokültürel bir varlığa dönüşmüş olsun …
Kesin olan tek şey kaderin bilinemezliği ya da insan davranışlarının öngörülemezliğidir. Öyle olmasa doğası gereği ateşten kaçması gereken insan kendini yakarak intihar eder mi hiç?
Günümüzde bazı yeni megalomanların şimdi de insanlara çip takarak onları kontrol altına alma hayali yeniden depreşmiş olabilir ama bu nafile bir çabadır ve geçmişte insanın ruhu ve bedeni üzerinde tahakküm kurmaya çalışanların çabaları gibi yine büyük acıları arkasında bırakarak başarısız olmaya mahkumdur…
Çünkü insan sadece biyolojik bir canlı değildir bir otomobilin çalışma mekanizmasını çözen bir mühendis tüm otomobillerin işleyiş mekanizmasını çözer ama bir insanı çözen bir bilim insanı sadece bir insan hakkında genellemelerde bulunabilir , geriye kalan yaklaşık 8 milyar insan o bilim adamı için bilinmezliğini korumaya devam eder. Çünkü en basitinden parmak izimizden de görülebileceği gibi hiçbir insan bir diğerinin kopyası değildir.
Ramazan GÖKÇİ
Gazeteci/Yazar
Diyarbakır Web Tasarım Ajansı