30,1045$% -0.01
32,7584€% -0.03
38,0444£% 0
1.962,95%-1,24
3.323,00%-0,32
1302035฿%1.00412
14 Mart 2024 Perşembe
DOKTORLARI KİMLER ÖLDÜRÜR?…
Ey mahallelerin şamar oğlanları, sözde milliyetçileri ,lümpen devrimcileri, devletçi liberalleri ahlaksız muhafazakarları ,solak faşistleri, ırkçı sosyalistleri , abdestli dinsizleri…
Ey serseriye haraç veren , mafyaya biat eden, açlıktan nefesi kokarken bile Karun kadar zengin zalimine koşulsuz , sorgusuz sualsiz boyun eğen yüreksizler …
Ey bir cübbeliyle karşılaştıklarında her biri süt dökmüş birer kediye , bir beyaz önlüklüyle karşılaştıklarında ise her biri biner kırmızı pelerin görmüş azgın birer boğaya dönüşen, ZEKA YOKSULU , VİCDAN YOKSUNU, ÜLKENİN ORTALAMA ZEKA SEVİYESİNİN BU DENLİ DÜŞÜK OLMASININ EN ÖNEMLİ MÜSEBBİBİ LANETLİ GÜRUH…
“Susmasın diye ezan, inmesin diye bayrak, bölünmesin diye vatan…”
“Ümmetin birliği sağlansın…”
“Devrim yapsınlar diye enternasyonalist bir dayanışmayla zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar…”
Doğal denge korunsun, üniversiteler siyaset değil bilim yuvası olsun, aydınlar susmasın, tesettür yeniden yasaklanmasın, kurutulsun diye kökü manevi mafyanın da…
Yetim hakkı yenmesin, ahlaksızlık lanetlensin, kadın cinayetleri son bulsun ya da bir çare bulunsun diye çürümüşlüğüne toplumun diye mi, dur durak bilmeden vurursunuz , envai çeşit silahlarla ,silahı yalnızca bilgisi olan o savunmasızları?..
Yoksa ” Önleri açılsın diye muskacılarla üfürükçülerin, önleri açılsın diye açılsın diye ateist şamanlarla okumuş dekolteli büyücülerin , kızıl elma ya da ümmet adına , enternasyonalizm veya serbest piyasa aşkına” mı vurursunuz sağlıkçıları?..
Ya da “Gitsinler diye yeniden ABD ‘ye yeni Aziz SİNCAR ‘larla , yeni Gazi YAŞARGİL’ler…
Kaçsınlar diye yeniden Almanyalara yeni Özlem TÜRECİ’ler ile yeni Uğur ŞAHİN’ler diye mi vurursunuz o savunmasızları?..
Ey bu ülkenin milliyetçileri ,devrimcileri, demokratları , liberalleri , muhafazakarları , sağcıları, solcuları, komünistleri, sosyalistleri , mütedeyyinleri , Kemalistleri , şeriatçıları, laikleri, ateistleri, Müslümanları, gayri Müslümleri,
Ey bu ülkenin henüz yüreği kararmamış, vicdanını yitirmemişleri
Şimdi de savunmasız beyaz önlüklü çocuklarımızı vuruyorlar…
Bir AVM kadar bile güvenli olmayan hastanelerde hem de…
Acımızı hissediyorsanız sesimize bir ses lütfen…
Bizleri duyuyor musunuz?..
Ramazan GÖKÇİ
BİR DİN ADAMININ CAMİDEKİ İNTİHARI…
Suriye’nin Rakka şehrinde başlayıp Diyarbakır’da ki Tılham (Hantepe) camisinde son bulan Şeyh Osman’ın ya da “Suriyeli bir mültecinin” trajik yolculuğunun kısa bir öyküsü…
Bir din adamımın intihar etmesinin çok az örnekleri olsa da , bir din adamının ibadet ettiği caminin içinde ibadetinden hemen sonra kendini asmasının tarihteki ilk ve de tek örneğidir belki de Şeyh Osman…
Kime , neye isyandı bu kendine kıyış , bize karşı yapılmış çarpıcı, sarsıcı bir protestosu muydu bu, yoksa yılların yorgunluğu ya da hayata ve bu günkü dünya düzenine farklı bir meydan okuyuş muydu bu? Bilinmez.
Bu yazıdaki amacımız, Şeyh Osman’ın psikolojik bir otopsisini yapmaktan ziyade bir vicdan muhasebesi yapma , bir iç hesaplaşma yoluyla kendimizle de hesaplaşarak bu olay nezdinde bu ve benzeri olaylardaki sorumluluğumuzu ya da suçluluk oranımızı belirlemeye çalışma çabasından ibaret olacaktır yalnızca .
“Şeyh Osman camide kendini asmış…” kara haberini alınca telefondan, çocukluğumdaki bir yaz akşamına götürdü beni yine anılarım. Sıcak bir yaz akşamının o bunaltıcı havasında damda serilmiş kilimler, döşekler üzerinde bardaklarımızda daha önce varlığından bile haberdar olmadığımız Suriye’den gelen amcamızın getirdiği kaçak çaylar yudumlanırken yeni amcamızın pek de anlayamadığımız bir şiveyle dile getirmeye çalıştığı duygularının sıcaklığını gülüşündeki içtenlik ve gözlerindeki mutluluk parıltılarıyla anlayabiliyorduk ancak.
Henüz Suriye sınırının olmadığı ya da mayınlanmadığı bir zamanda babaannesi ile babası hala da tam olarak bilinmeyen bir nedenden dolayı o tarafta kalmışlar ve babası orada büyümüş, orada evlenmiş ama sınırın diğer yakasındaki akrabalarını unutmamış ve çocuklarına da unutturmamış.
Babasının öyküsünü bize heyecanla anlatırken anlattığı bu öyküyü bizim aile büyüklerimizin de bildiğini, onayladığını gördükçe sevinçten buğulanan o küçücük zeytin tanesi gözlerinden alamamıştım gözlerimi…
Babasının vasiyeti üzerine Karakeçili aşiretinin Gökçe boyundan olan akrabalarını bulmak üzere Suriye’nin Rakka şehrinden Siverek ilçesine gelmiş önce oradaki akrabaları bulmuş orada soyağacı yeniden güncellenmiş ve elindeki yaklaşık 500 yıllık soyağacı ile Siverek’ten de Diyarbakır’daki akrabalarla da tanışmak üzere bize gelmişti.
Zaman içinde bu gidiş gelişlerimiz karşılıklı olarak arttı. Akrabalığı daha da pekiştirmek için arada yeni evlilik bağları da kurulurken El Bab bölgesindeki eski akrabalara da ulaşıldı , ama bir süre sonra Suriye deki o lanet savaşın fitilini ateşleyenler, o lanet savaşı sürekli körükleyip de o yangının alevleri üzerine benzin dökerek yangının alevlerini daha da gürleştirenler , o lanet iç savaşta taraf olmadan yaşamanın olanaklarını da tamamen ortadan kaldırınca, çocukları, kardeşleri ve El Bab bölgesindeki diğer akrabalarla birlikte onlarda milyonlarca Suriye vatandaşı gibi her şeylerini geride bırakarak Suriye’yi terk etmek zorunda kaldılar.
Vasiyeti Diyarbakır’daki akrabalarının gömüldüğü mezarlığa gömülmek olsa da, Diyarbakır Şeyh Osman’ın son geldiği eski Diyarbakır değildi artık. Çakallar çöplükleri bile parsellemişlerdi şimdi Diyarbakır’da , her yerde olduğu gibi…
Ve muteber birer işadamı edasıyla dolaşıyorlardı şimdi , üç kuruşluk bir menfaat uğruna anasının ırzına bile geçmeye hazır soysuzlar, artık kimselerin kendilerinden hesap sormayı akıllarının ucundan bile geçiremeyeceğine olan o sonsuz güven ve sarsılmaz inançlarıyla …
Kim bilir kendi öz vatanında bile mülteci olmanın acısının yanına bu çürümüşlüğün eklenmesiydi belki de Şeyh Osman’ı o trajik sona götüren…
Şimdi kimi beyaz önlüklüler otopsi raporlarına , beyin omurilik sıvılarında serotonin ‘in yıkımı olan-HIAA düzeyinin düşük olmasıdır diye not edecekler belki de , Şeyh Osman’ın intihar nedenini …
Kimileri duygu durum bozukluğu, major depresif bozukluk, şizofreni , madde bağımlılığı, ya da antisosyal kişilik bozukluğu diyecekler , gözlüklerinin üzerinden bize kibirli kibirli bakarak.
Kimi ,intihar toplumsal olarak öğrenilmiş bir çaresizliktir diyecek, kameralar önünde kravatını düzeltirken , ya da Sigmund Freud’un dediği gibi bireyin öfke ve saldırganlığını bilinç dışı olarak kendine çevirmesidir diyecek. Elindeki kitabı referans göstererek…
“Toplumun intihar ettirdiği bir kişiliktir” der Van Gogh’un intiharı için ünlü oyun yazarı Antonin Artaud, kim bilir bizdik belki de Şeyh Osman’ın o sarsıcı ölümüne sebep olan, Edip Cansever’in İntihar mı dediniz , sakın cinayet olmasın” dizelerinde vurguladığı gibi…
Kim bilir, belki de bu varsayımların hepsi doğru ,ya da hiç biri bile doğru değildir belki de tüm bu söylenenlerin.
İntiharın en büyük günahlardan biri olduğunu bildiği halde, Şeyh Osman’ın intiharın en önemli nedeni, mutsuzken başkalarını mutsuz etmeme, mutsuzluğunun çocuklarını ve akrabalarını incitme korkusuydu belki de, kim bilir?..
SAPIKLARI ASMAYALIM, ÜNİVERSİTELERE BAĞIŞLAYIN…
Geçmiş yıllarda Haber Analiz Gazetesinde yazdığım bir yazının son bir kaç gündür gazetelerde yayınlanan bir haber üzerine güncelliğinden hiç bir şey kaybetmediğini görünce Diyarbakır Haber okurlarıyla da paylaşmaya karar verdim.
“Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinde, Furkan Sevinç isimli erkek tarafından uğradığı cinsel istismarın ardından hayatını kaybeden 2 yaşındaki N.N.Ö. isimli bebeğin annesi Meryem Ö, cezaevinde mahkumlar tarafından üzerine kolonya dökülerek yakıldı. Hastaneye kaldırılan Meryem Ö. tedavisinin ardından yeniden cezaevine gönderildi.” Bu haber gazete ve televizyonlarda yayınladığında eminim ki sizde benim hissettiklerimi hissetmişsinizdir.
Allah’ım ne olur bu ve bunun gibi haberler; paragöz, meslek etiğinden yoksun gazeteci müsveddelerinin reyting uğruna uydurmuş olduğu yalan haberler olsun.
Ya da böyle hayali olaylar karşısında toplumun tepkilerini test etmeye çalışan sosyologların absürt bir sosyal deneyi olmuş olsun, temennisinde bulunmak da öfkemizi dindirmiyor…
Maalesef son yıllarda bu tür haberler tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıklıkla basında yer almaya başladı.
Bu olaylar toplumların kahredici o yıkıcı yozlaşmasından mı arttı yoksa daha önce de vardı da iletişim araçlarının son yıllardaki etkinliğin artmasıyla gündelik yaşantımızda bu denli yer almaya başladı ayrı bir tartışma konusu …
Ama nedeni ne olursa olsun hiçbir ceza tehdidi ( idam cezası da dahil) ve hatta toplumsal linçler bile sapıkların sapkın duygularının eyleme dönüşmesini engelleyememekte ve bu sapıklar her gün yeni bir suç ile insanlığın ortak vicdanını kanatmaya devam etmektedirler.
İster Kant ve Hegel gibi filozoflardan etkilenilerek oluşturulan cezanın uygulanmasını başlı başına bir amaç olarak gören ve ceza gelecek için değil, toplumun düzeni bozulduğu için uygulanır ,cezanın verilmesiyle birlikte amaç da gerçekleşir diye kabul edilen Mutlak Hukuk Teorilere inanın…
İster daha 1. yüzyılda Platon gibi filozoflarında savunduğu ceza gelecek için verilir, cezanın amacı suçu önlemektir, cezanın amacı faili gelecekteki suçlardan alıkoymaktan ibarettir diyen Mutlak teorilerinin karşıtı Nisbi Hukuk Teorilere inanın…
Kanaatim odur ki insanın işlediği tüm suçlar öldürme , çalma ve hatta cinsel suçların bile izleri insanın ilkel beyninde (Sürüngen beyin ya da R – kompleks) gizli olduğu halde bu sapkınlıkların izlerinin insanın ilkel beyninde bile olmadığı ve bu sapkın davranışların yeryüzünde insan türü dışında hiçbir canlıda da bulunmadığıdır.
Bundan dolayı yapılması gereken belki de sapkın içgüdülerini dizginleyemeyen sapıklara sıradan bir suçlu gibi yaklaşmamak ve bunlarla ilgili suç tanımları yapılırken tıp bilim insanlarının da görüşlerine başvurmaktır.
Cinsel olgunluğunun henüz başlangıcında bile olmayan bir bebeğe cinsel duygular beslemek, cinsellik dürtüsüne bile aykırıdır.
Bu sapkın davranışlara sahip kişiler üzerinde yapılan araştırmalara göre bunların beyinlerinin bir bölümünde anormallikler (frontal ve santral bölgelerde) olduğu tespit edilmiş ve bu çalışmalara katılan bilim insanlarınca bu hastalıklı davranışlara sahip olanların kesin bir tedavisinin henüz bulunamadığı belirtilmiştir.
Gelin yalnızca toplum vicdanını rahatlatma , toplumu suçluya karşı koruma , suçluyu cezalandırma gibi amaçlarla değil, hiç bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde suçluluğu kanıtlanmış bu sapıkları cezaevleri yerine kobay olarak kullanılmak ve üzerlerinde bilimsel araştırmalar yapmak üzere üniversitelere teslim edelim.
Araştırma merkezlerindeki masum deney hayvanları yerine bunlar üzerinde çeşitli deneyler yapılsın ve o masum hayvanlar yerine bunlar kobay olarak kullanılsın.
Böylece hem nice değerlerimizi koynunda yatıran toprak da bunların o kirli ruhlarını taşıyan bedenleriyle kirlenmemiş, hem toplum vicdanı rahatlatılmış ve hem de insanlığın birer yüzkarası olan bu sapıklar istemeden de olsa kirli ruhlarını taşıyan o bedenleriyle insanlığa birazcık da katkı sağlamış olurlar…
Ramazan GÖKÇİ
EBU ZEYNEL AMEDİ HOCA EFENDİ HAZRETLERİNDEN
ZALİMLERE OY VERMEYEREK YARDIM ETME İLE İLGİLİ ÇARPICI BİR YAZI
Dr. Ali Şeriati der ki: “Zulmeden bir dindardan daha da kötüsü, zalim bizden diye susan dindardır”
Peki dindar biri zalim olabilir mi?
Ya da zalimler dindar olabilirler mi?
Dindar bir insan da maalesef bazen nefsine yenilip de zalimlikler yapabilir ey müminler. Tarihteki bir çok örnekten de görülebileceği gibi bazen bir Müslüman , Müslümanlara bile zulmetmiştir.
Ve ne acıdır ki günümüzde bile Müslümanların Müslümanlara zulmü bir çok yerde ve de ne yazık ki İslam adına dahi hala devam etmektedir…
Malûm, insanda potansiyel olarak hem meleklik ve hem de şeytanlık vardır çünkü. Bazen biri baskın gelir bazen de bir diğeri ne yazık ki…
Burada önemli olan nefsine hakim olamayarak zulüm yapan kişinin zalimleşip zalimleşmediğidir, çünkü zulmeden kişi zulmettiğinin farkına vararak pişman olup tövbe ediyorsa eğer zulmetmiş bir günahkar…
Ancak zulmetmeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş , zulüm onun için yönetmenin ,sorunları çözmenin, yaşamını idame etmenin kendine göre meşru bir aracı haline gelmişse o artık iflah olmaz bir zalimdir.
İslâm; mümin, kâfir, münafık ayrımı yapar ve mümin de ,kâfir de, münafık da İslâm’ın temel kavramlarındandır.
Ancak İslâm mümin-kâfir ayrımı yapmakla birlikte kâfirleri bile ötekileştirmez.
İslam yalnızca zalimleri ötekileştirir. Çünkü ötekileştirmenin tek meşru yolu İslam’a göre, ötekileştirilecek olanın yalnızca zalim olmasıdır …
İslâm zalimi öteki kılar, karşısına alır.
Ötekileştirmenin gereği olarak da zalimlere cezalar da verir.
Ceza verir ama ceza verirken zalimlere bile zulmedilmesine asla onay vermez İslam.
Derler ki ;
Moğol hükümdarı Hülagu, Seyyid İbn Tavus’a
“Ey Seyyid İbn Tavus sence kafir ama adil bir hükümdar mı yoksa Müslüman ama zalim bir hükümdar mı daha iyidir ?” diye sormuş.
İbn Tavus :
“Kafir ama adil olan hükümdar daha iyidir çünkü kafirin küfrü kendine, adaleti ise halkadır.” Demiş.
“ZALİMLERİN DİNİ OLMAZZZZ” dediğinizi duyar gibiyim , evet kesinlikle haklısınız …
Zulm edenler, adalet terazisine göre yönetmeyenler , kul hakkına riayet etmeyenler ,dini kavramları dillerinden düşürmeseler ,abdestsiz hiçbir yere adım atmasalar ve hatta ihrama bürünüp haca bile gitseler de tarihinin her döneminde görülebileceği gibi bir süre sonra firavunlaşmaktan kurtulamamışlar ve bundan sonra da zulmedenler zulmetmekten vazgeçmedikleri sürece firavunlaşmaktan asla kurtulamayacak ve müminleri her zaman karşılarında bulacaklardır…
Ayrıca İslâm zulme, zalime yardım boyutunu da eklemiştir ey müminler.
“Zalime yardım olur mu?” diye kızgınca söylendiğiniz duyar gibi oluyorum.
Evet olurrrr , olur tabi ki ey ümmeti Muhammed.
Mazlumların zalimlere karşı çıkacak güçleri yoksa eğer…
mazlumlar zalimlerin daha fazla zulüm yapmalarını engellemek için zalimlere bile yardım edebilirler…
Mazlûm olmak kötü değildir elbet , ama mazlumluğa razı olup da zalimlere sessizce boyun eğmekte iyi değildir.
Gelin mazlumlar olarak çevremizdeki , yanımızdaki, yöremizdeki zalimlerle mazlumların ahında, gözyaşlarında en az zalimler kadar pay sahibi olan el etek öperek geçinen imansız yağcılar , dalkavuklar ve zalimcikleri içine düştükleri o günah bataklıklarından kurtarmak için onlara elimizden geldikçe yardım edelim, yardımlarımızı bu günahkarlardan da esirgemeyelim ey ümmeti müslimin.
Gelin mazlumlar olarak yeryüzündeki tüm zalimlerle, yağcılar ve dalkavukları hidayete erdirmesi için yüce Allah’a yalnızca dua etmekle yetinmeyelim…
Siyasetçiyse eğer çevremizdeki zalimler gelin bu seçim döneminde onlara oy vermeyerek…
Esnafsa alışveriş etmeyerek,
Komşumuz, akrabamızlarsa eğer zalimler onlara selam bile vermeyerek ,selamımızı bile onlardan esirgeyerek onları güçten düşürelim ey inananlar.
RAMAZAN, SAHURDAN İFTARA KADAR HER KALBİ KIRIP, HER HİLEYE BAŞVURUP , HER FİTNEYE BULAŞIP, HER TÜRLÜ GIYBETİ YAPIP ,SONRA DA İLAHİLER EŞLİĞİNDE KUŞ SÜTÜ EKSİK SOFRALARDA HEYECANLA EZANI BEKLEMEK DEĞİLDİR…
Oruç için, bedenle yaptığımız ibadetlerdendir diye yazar ilmihal kitapları, peki ama yalnızca beden mi oruç tutmalıdır?..
Ramazan on bir ay yorulan bedeni dinlendirdiğimiz bir ay mı olmalıdır yalnızca? Ya 11 ay boyunca kirlenen ruhumuz ve zihnimiz ne olacak onların da oruçla arınmaya ihtiyacı yok mudur yoksa?
Ramazan ayı için, fakirlerin halini anlamak için çile çekilen bir aydır da der bazıları, peki yoksulun halini anlamak için Ramazan ayını mı beklemek gerekir?..
Yoksul olan zaten yanı başımızdaki kardeşimiz, dostumuz , arkadaşımız, akrabamız ,komşumuz değil midir? Kardeşimiz, dostumuz , arkadaşımız, akrabamız ve komşularımızın 11 çilelerine seyirci kalıp da yalnızca Ramazan ayında onları hatırlamak/ anlamaya çalışmak için sahurdan iftara kadar aç kalmak ORUÇ TUTMAK MIDIR , YOKSA ORUÇTAN HİÇ BİR ŞEY ANLAYAMAMAK MIDIR?..
Zenginler orucu yalnızca fakirleri anlayabilmek için tutuyorlarsa eğer, peki fakirler oruçla neyi daha iyi anlayabiliyorlar ve oruçla neyi amaçlamaktadırlar acaba?
Kim bilir belki de asıl fakirler orucu sahurla iftar arası aç kalmayı sananlardır. İftarla sahur arası aç kalmayı oruç sananlar imamdan yeterince nasiplenmemiş, ruhu imanla yeterince temizlenmemiş , zihni imanın nuruyla aydınlanmamış birer iman fakirleridirler belki de ,kim bilir?
Ramazan, iftarda sofrayı 20 öksüzü doyuracak kadar yemeklerle donatıp sonra da ‘Peygamber efendimizin sünneti’ diye iftarı hurmayla açıp ,19 öküzü doyuracak kadar yemek artığını da besmeleyle çöpe attıktan sonra teravih namazında zorlanmamak için içilen meyan kökü şerbeti veya maden suyu içmek değildir….
Ramazan, sahurdan iftara kadar her kalbi kırıp, her hileye başvurup , her fitneye bulaşıp her türlü gıybeti yapıp sonra da ilahiler eşliğinde kuş sütü eksik sofralarda heyecanla ezanı beklemekte değildir..
Ramazan iftar ya da sahur programlarında dini sohbetleri gözyaşlarıyla dinledik diye tüm günahlarınızın otomatik olarak silindiği bir ay da değildir.
Ramazan, Ulucami’de ya da Hazreti Süleyman Cami’de teravih namazları kılıp da milyonluk araba aldım borcum çok diye zekat vermemekte değildir …
Ramazan, 11 ay boyunca ‘Aç mısın ,bir ihtiyacın var mı?’ diye sormadığın birini Ramazan ayında ‘Oruç musun?’ diye sorgulamak değil , 12 boyunca aç kalanları, ihtiyacı olanları araştırıp bulmamızı bize öğreten mübarek bir aydır.
Ramazan, ilkesiz siyasetçiler , imandan bihaber hırsız müteahhitler, medya maymunu ahlaksız ünlüler ve imanını parayla takas etmiş eski alim müsveteleriyle haram sofralarda pür neşe içinde fotoğraflar çektirmek değil; yıllardır kıt kanaat yaşamaktan sefaleti kanıksamış bir müminle aynı sofrada huşu içinde ezanı beklemektir.
Ramazan yalnızca sakız çiğneyince değil; zalimlerin sözlerine birer hadis gibi sarılıp da gıybet edince ,zulüm karşısında DİLSİZ ŞEYTANA dönüşünce orucumuzun bozulacağı konusunda endişe etmeniz gereken bir aydır.
Ramazan merhameti hatırlama, iman tazeleme, mazlumlara dininin sorulamayacağını, zalimlerin de dininin olamayacağını hatırlamamız gereken bir aydır.
Ramazanın manevi havasının ruhumuzu yıkaması ,imanımızın zihnimizi daha da aydınlatması , Ramazanın hepimizi ihya etmesi ve Rabimizin biz mazlumlara zalimsiz Ramazanlarda nasip etmesi dileğiyle hayırlı Ramazanlar ey mümin kardeşlerim.
Ramazan GÖKÇİ
Diyarbakır Web Tasarım Ajansı